KÖTÜLÜK VE CEZASIZLIK
16 Mart 2023 Yazan Bülent TEKİN
Kategori Genel, Güncel Bilgiler
Yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet cezasızlıkla ödüllendiriliyor. Ekâbirin bu dokunulmazlığı emekçinin, garibanın, ezilenin daha fazla ezilmesine neden oluyor. Bu cezasızlık bana yazarın (1) 1700’li yılarda olan ve bir hırsız ve yankesicinin anlattığı bir ceza uygulamasını hatırlattı: “Etrafımıza hayran hayran bakarken, hiç ummadığımız, çok şaşırdığımız bir şey gördük. İnsanlar, yaklaşan tuhaf bir şeyi görmek için birden koşmaya başladılar. Gerçekten de tuhaftı: Belden yukarısı çıplak iki adam rüzgâr gibi yanımızdan geçti. İki adamın bahse tutuştuklarından, kim kimi geçecek yarışına giriştiklerinden başka bir şey hayal edemedik. Sonra birden gördük ki adamlara bağlı ve gevşek durumdaki sicime benzeyen iki uzun ip aniden çekildi, iki yarışçı zınk diye durdu, sonra da birbirine yakın vaziyette durup hiç kımıldamadılar. Neler oluyordu acaba? Okuyucu, bu iki adamın peşinden elinde iki ipin ucunu tutarak gelen ve onlara yetiştiğinde de diğer elinde tuttuğu kırbacı ya da kamçıyı sırtlarında şaklatıp, korkunç darbeler indiren adamı fark ettiğimizde kapıldığımız şaşkınlığın büyüklüğünü anlayabilir. Bu zavallı sefil adamlar, orada sıcak bir karşılama beklerken, iplerinin ya da urganlarının uzunluğunun izin verdiği ölçüde, yaklaşık yarım mil olan cadde boyunca sıçraya sıçraya koştu… Biraz soruşturunca ikisinin de İskoç olduğunu, tıpkı bizim de İngiltere’de verdiğimiz cezalara benzer şekilde, o bildik (yankesicilik ve hırsızlık vb.) suçlar için kırbaçlandıklarını öğrendik. İpi elinde tutup bunları kırbaçlayan adam da kasaba cellâdıydı ki unutmadan söyleyeyim, devamlı maaşı olan, varlıklı, önemli bir memurdu. Üstüne üstlük, işinde ondan ustası yoktu, bu sayede epey para biriktirmişti.” Yazarın bu anlattığına bakınca böyle yankesicilik, hırsızlık gibi masumane suçlara o yıllarda verilen ceza bununla yetinmiyor, asılmayla son bulduğunu biliyorum. Bizde ise hırsızlık vb suçlara uygulanan cezasızlık ve ceza verenlerin artık Mercedes, Porsche gibi araba modellerine sahip olmaları yadırganmıyor.
21 yıllık AKP iktidarının geldiği, getirdiği durum nedir? Hangi sistemle yönetiliyoruz? Demokrasi mi bu? Ya da başka bir sistem mi? Otoriter ya da totaliter bir sistem mi? Bu konuyu biraz teoriden bakmak gerekir diye düşünüyorum:
“Genel hatlarıyla vurgulayacak olursak, totaliter rejim nitelemesi en katı ve monolitik diktatörlükler için kullanılırken, otoriter rejimin aynı derecede monolitik ve katı olmadığı kabul edilmektedir. Otoriter rejimleri totaliter rejimlerden ayıran bir diğer özellik, iktidardaki kişi ya da grupların siyasal gücünün diğerine oranla bir ölçüde denetlenebilmesidir. Otoriter rejimler de kuşkusuz kitleler üzerinde baskı kurma, onları çeşitli manipülasyonlarla sisteme bağlama ve bir lider kültü yaratma gibi yöntemlerle demokratik işleyişleri sınırlandırırlar. Ancak totaliter diktatörlük, parlamenter rejimin direği kabul edilen kuvvetler ayrılığı ilkesini ezip geçen, parlamentoyu ve siyasal partileri fesheden ya da fiilen işlemez kılan ve her türlü siyasal erk kaynağını, yasamasından yargısına yürütme tekelinin sultası altına sokan bir siyasal rejimdir.
Otoriter ve totaliter rejimler burjuva düzenin olağanüstü biçimlenmelerini teşkil ettiklerinden, kuşkusuz pek çok noktada benzeşmektedirler. Zaten totalitarizm otoriterizmi içeren, ancak toplumda onu aşan bir biçimde kuşku, korku yaratan ve baskıları açıkça alabildiğine yoğunlaştıran bir niteliğe sahiptir. Totaliter diktatörlük kanun hükmünde kararnamelere dayanan işleyişlerle burjuva parlamentarizmini sona erdirir, burjuva demokratik hakları, hukuku yok eder. Totaliter bir rejimin meşruiyetini seçimlere ya da yasalara dayandırmak gibi bir mecburiyeti yoktur. Fakat Hitler örneğinde olduğu üzere, faşizmin iktidara tırmanırken seçimle işbaşına gelmesi ve o noktadan sonra parlamenter örtüsünü üzerinden atarak çıplak haliyle iktidara yerleşmeye, kurumsallaşmaya çalışması pekâlâ mümkündür. Ayrıca fiilen iktidar koltuğuna kurulan faşist rejimlerin, halka ‘kabul ettirdikleri’ Anayasalarla iktidarlarını kurumsallaştırıp taçlandırdıkları da çeşitli tarihsel örneklerle sabittir. Totalitarizmi somutlayan faşist rejimler, genelde devrimci yükselişi ve işçi hareketini acımasızca ezmeye yönelik saldırılarıyla tarihe geçmişlerdir. Bu gerçeklik Türkiye’de 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle tepeden inen faşist rejimin niteliği ve uygulamalarıyla da dört dörtlük kanıtlanmıştır. Ne var ki tarih hep aynı biçimde tekerrür etmiyor. (…)
Burjuva diktatörlüğün en uç örneğini teşkil eden totaliter diktatörlük (faşizm) savaş ve kriz gibi olağanüstü koşulların ürünü olduğundan, yasama, yürütme ve yargı arasındaki olağan işleyişe son verir. Parlamenter rejimin kuvvetler ayrılığıyla anlatılan burjuva demokratik dengesi mutlak anlamda son bulur. Seçim ve Meclis gibi olgular, liderin elinde merkezileşen siyasal erkin birer vitrin süsü kılınırlar. Yasama ve yargı dâhil tüm güçler, yürütmenin mutlak başı olan liderin elinde toplanır. Devlet gücü bu temelde alabildiğine merkezileştirilir. Rejimin niteliği gereği, lider, devletin silahlı güçlerinin de mutlak başkanı pozisyonundadır. Fiili savaş durumunun yoğunluğuna da bağlı olarak, rejim alabildiğine militarize edilir. Kitleler ulusal birlik, bölünme tehlikesi, uluslararası terör tehdidi ve benzeri motifler eşliğinde ‘iç ve dış düşmanlar’a karşı savaşmaya hazır hale getirilmeye çalışılır. (…)
Bu denli yoğunlaştırılmış bir iktidar gücüyle donanan faşist liderler, giderek toplumun bütününe nüfuz ettikleri ve siyasal-toplumsal gerçekliğin bütününe vakıf oldukları zehabına kendilerini kaptırıp megalomanlaşırlar. Faşist lider kendini bu psikolojiyle ‘göğe’ yükseltirken, ‘aşağıyı’ da bulunduğu ülkeye ve anın somut ihtiyaçlarına adapte edilmiş faşist propagandalar temelinde alıklaştırır. Kendi rejiminin alâmet-i farikasını yerleştirmek üzere, ‘biz’ ve ‘ötekiler’ ayrımını alabildiğine derinleştirir. ‘Bizden olmayan berhava olur’ deyişi bu durumun çarpıcı bir örneğini sunar ve ‘öteki’ diyelim Almanya’da Yahudi iken, Türkiye’de Kürt olur, Alevi olur vb. Totaliter diktatörlük, kendi ‘biz’ine ait bir düşünce biçimini ve yaşam tarzını topluma dikte etmeye çabalar. Faşist rejim, gücü ve süresiyle orantılı olarak, insanların yıllardır içselleştirdikleri kendi doğal yapılarını, yerleşik değer yargılarını sarsan ve bu temelde toplumun dokusunu bozan bir terminatör gibidir.” (2)
Bu yazdıklarımdan ne tip bir sistem ya da rejimle yönetildiğimizi sevgili okura bırakmak istiyorum. İçinde bulunduğumuz yönetim biçiminden kurtulmanın bir yolu önümüzdeki 14 Mayıs 2023 seçimleridir. Terörist diyorlar, hain diyorlar ve hatta vatan haini diyor ya, kolaylıkla. Fenerbahçe, Beşiktaş tribünlerinden, Anayasa Mahkemesi’ne kadar terörist ve hain olmayan kitle, kişi, kurum kalmıyor ya! Kendinden olmayan herkes ortak paydada buluşuyor demektir: Hain!
Hiç bu kadar çabuk ve çok hain üretilen bir dönem olmadı. HDP üzerinden aslında Kürtler hain ilan edildi, aşağılandı. HDP kapatılmak isteniyor. Aslında kapatılmak istenilen ya da yok sayılmak istenilen Kürtlerdir. 14 Mayıs seçimlerinde Kürtler yok sayılmak isteniyor.
6 Şubat Depremi ile yıkılan şehirlerin yeniden kurulması için harcanacak paranın büyüklüğü müteahhitleri mutluluktan çılgına çevirdi. Bu nedenle dahi olsa artık seçimleri kazanmak her zamankinden çok daha zor olacaktır. İktidardan ayrılmamak için yüz milyarlarca dolarlık bir gerekçe var.
Bu topraklarda şaşıp kaldığımız kötücül olayların ardı arkası kesilmiyor. Tuhaf gelse de gerçek olan, mevcut gelinen noktanın böyle olduğudur. Mesela, Üsküdar Amerikan Lisesi ve Ulus Musevi Lisesi arasında 14 Mart’ta oynanan futbol müsabakasında, Üsküdar Amerikan takımı gol atıyor ve sonra toplu halde Nazi selamı veriyor. Üsküdar Amerikan Lisesi gibi Türkiye’nin en iyi liselerinden birinde, ülke koşullarına göre en iyi eğitimi alan öğrencilerin böyle bir davranışta bulunmaları oldukça ilginçtir. (3) Oysa Amedspor-Bursaspor arasındaki maçta yapılan ırkçılığın üzerinden birkaç hafta geçti. Bursa taraftarlarının barbarca davranışları, Amedspor oyuncuları yaraladıkları, taciz ettikleri, ırkçı sloganlar attıkları hafızalarda. Tribünlerde Kürtleri dövdükleri, stadyum dışında yakaladıkları Amedspor taraftarını sırf Kürt oldukları için darp ettikleri, Kürtlere tehdit altında ırkçı ve Türk üstünlükçü cümleler kurdurdukları henüz çok yeni. Bu gidişat iyi değil. Kötülüğün bu kadar sıradanlaşmaması gerekirdi. Bir Nazi selamı eksikti, o da oldu!
- (1) Daniel Defoe (1660-17319: İngiliz yazar ve gazeteci.
- (2) https://marksist.net/elif-cagli/totaliter-diktatorluge-hayir
- (3) https://cumhuriyet.com.tr/turkiye/iddia-liseler-arasi-macta-nazi-selami-2061134
Yorumlar
Yorum Yaparken Lütfen SeviyeLi YorumLar Yazınız.!